Ağla Ağla Firuze… Hatta Sürün Firuze…
27 Kasım 2013 Çarşamba, 12:40
25 Kasım Dünya Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Gününde de ağla, her gün de ağla, bir ömür de ağla!
25 Kasım Dünya Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Gününde de ağla, her gün de ağla, bir ömür de ağla!
Acılı bir bakış yerleşirse eğer
Kirpiğinin ucundan gözbebeğine
Her şeyin bedeli var, güzelliğinin de
Bir gün gelir ödenir, öde Firuze
Evvet, ağla
Firuze… 25 Kasım Dünya Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Gününde de ağla, her gün
de ağla, bir ömür de ağla! Hatta annen de ağlasın. Çünkü o da
kadın.
Ağla
Firuze… Sen de her kadından beklenildiği gibi ağla. Ağla ki şu toplumda sana
düşen en önemli görevi: “ağlama görevini” iyi yerine getiresin. Çünkü sen
ağladıkça kadınsın. Ağladıkça ve yakındıkça anlamlısın ve masumsun.
Senin bir sıkıntın
olmalı.
Şiddete
uğramalısın, tecavüze uğramalısın.
Koca dayağı
yemelisin, töre cinayetine kurban gitmelisin.
Şehit annesi
olmalısın ya da çocuğun teröristlerce dağa çıkarılmış
olmalı.
Çalışırken seni
sen yapan hakların gasp edilmiş olmalı, ezilmiş olmalısın ve hep bunu
dillendirip, buna yaslanmalısın.
İşte
budur…
Ağlamakta haklısın,
çünkü;
”Sen ağlama,
dayanamam, ağlama göz bebeğim sana kıyamam…” diyen birilerini de ancak
şarkılarda bulursun.
Hele de
Müslüman coğrafyanın temiz kadını isen, ölmüş bir yakınının başucunda
ağlamalısın. Artık o ölü kardeşin mi olur, kocan mı, yoksa en ağır olanı:
çocuğun mu orasını bilemem. Ama bildiğim şey, ağıtlar yakmalısın, beddua
etmelisin, yarıya kadar sıyrılmış örtünden salkım saçak çıkan saçlarını
yolmalısın, dizlerini dövmelisin. Ama… Ama ben seni böyle görmekten yoruldum.
Evet,
yo-rul-dum. Yok mu yorulmayan. Biz yorulduk. Feryat figan perişan halde,
dizlerinin üstüne çömelmiş, avuçlarını Rabbine açmış çaresiz Müslüman kadın
görmekle ilgili yüreklerimiz istiap haddini aştı.
Bu şekilde
ağlayanlar neden çok büyük oranda Müslüman kadınlar? Neden Orta Doğulu kadınlar?
Rabbimin mukadderatına sorgu sual olmaz. Ama acaba burada sorgulanması gereken
şey kader mi, İslam mı, yoksa güçsüzleştirilmiş kadının bu rolünü ona giydirip
çıkarttırmayan kadınlı erkekli toplumlar mı? Siz misiniz, yoksa ben miyim? Yok
canım, nasıl olur? Siz ya da ben, ya da biz… Üstümüze afiyet. Başkaları olmalı.
Birileri dışarıdan gelip çaresizlik zehrini bu kadınlara zerk etmekte, biz de
henüz icat edemediğimiz panzehir eksikliği dolayısıyla duruma sadece seyirci
kalmaktayız. Yoksa biz var ya biiiiz…
Dışarıdan
birilerinin bir şeyler yaptığı belli ama bu konuda o kadar da etkili olduklarını
sanmıyorum. Çünkü bir insanın kendi kendine yaptığını yedi düvel birleşse ona
yapamazmış. Dışarıdaki “biri”lerine bakıyorum. Onların kadınları okumuş. Onlar
fotoğraf karelerinde ağlar halde yer almamaktalar. Üstelik onlar konuşabiliyor.
Çok ilginç ama doğru onlar konuşuyorlar, fikir oluşturup, empoze ediyorlar.
Senin benim kadınım hakkında politika oluşturuyorlar. Ve bazen o politikaların
bazıları benim dünya görüşüme de, dini yorumlayışıma da uymamakta. Onlar bana
savundukları ve uluslararası anlaşmaların kapsamına koydukları bazı hükümleri
“insan hakkı”, “kadın hakkı” olarak cilalı sözlerle dayatmaktalar. Eşyanın
doğası da bu durumu haklı gösterir. Biz kendi kadınımızın üretmesinin,
düşünmesinin, konuşmasının ve var olmasının önündeki engelleri kaldırmazsak…
Adamlar kalkar kendi kadınlarının –ki biz o kadınları da bizim kadınlarımız
olarak görmekteyiz- uğradığı zulmü anlamlı gün olarak ilan eder, sen de ben de o
günle beraber anılarımızı tazeleriz. Tıpkı “Dünya Kadına Yönelik Şiddetle
Mücadele Günü”nün 25 Kasım olarak belirlenmesi gibi. Bir bakalım bu günün
hikayesi ne imiş:
25 Kasım,
Dominik
Cumhuriyetinde, Diktatörlüğe karşı direniş sergileyen Mirabel Kardeşlerintecavüz
edilerek öldürülmelerinin yıldönümü. Çok acı… Gerçekten çok trajik. Allah hiçbir
insana böyle bir ölüm yaşatmasın. Ruhları şad olsun. Ama, Birleşmiş Milletlerin
bu günü uluslararası bir anma günü olarak ilan ettiği tarihe bir bakın: 1999.
Değerli kardeşlerim o tarihlerin öncesinde Bosna da değil ki üç kadın, binlerce
kadın tecavüze ve işkenceye uğrayarak öldürülmemiş miydi? Bunların
öldürülmeyenleri de bu tecavüzlerden doğan çocukların yüzüne bakıp bir ömür
sürecek hatıraları feleğin ağır bir sillesi olarak bağırlarında taşımayacaklar
mıydı? Mahkûmdular ve mahkûmlar, hem de müebbet…
Gün geldi: 25 Kasım oldu. Haberlere bakıyorum… İnat ve ısrarla bakıyorum.
Diyorum ki; “neden 25 Kasım” falan deme. Öze bak. Konu: kadına yönelik şiddetle
mücadele. Bütün takıntıların bir tarafa atılıp, konunun özüne inilmesi
gerekirken geç diyorum bunları. Bakıyorum, bakıyorum ve bakıyorum. Neler
yapılmış diye… Günün anlam ve önemini hatırlatan bir şeyler yapılmış. Ama etkisi
ne kadar? Bütün iyi niyetli yapılanları da takdir etmekteyim ancak çoğu
yapılanlar da bu durumu boş geçmemek adına. Hangimiz her Allah’ın günü canı
yanan, hatta canı alınan bir kadının acısını görmezden gelebiliriz ki? O yüzden
bu kadar kör parmağım gözüne gözüne bir konunun yapılanların daha da ötesinde
vicdanları harekete geçirecek ölçüde yapılmış olmasını umdum. Ama
maalesef…
Bu
arada yine görmezden gelinen kadınlar en mağdur olanlar. Bosnalı Mavi
Kelebeklerin nazlı kadınları da, Filistin’deki, Suriye’deki, Mısır’daki,
Irak’taki, Arakan’daki kadınları da hak ettiği kadar büyük önemle anan, durumun
ciddiyetini bastıra bastıra yansıtan, altını üstünü çizen faaliyet göremiyorum.
Farkında olmayabiliriz ama bu kadınların bir kısmı tarih kitaplarında şimdilik
yer alamayacak kadar yakın bir geçmişte can verdiler ya da tecavüze uğradılar.
Diğer kısmı da halen ıstırap içinde can ve namus korkusu altında izbe
yaşamlarına tutunmaya çalışmaktalar. Dünün konusu olmadıkları gibi görülen o ki
bugünün de konusu değiller.
Bu yüzden, o dışarıdaki birileri o kadar haklı ki… Öttürür onlar borularını
tabii ki. Sen ey Müslüman kardeşim!. Sen, siz, biz her politik görüşten ülkemiz
insanları! Evet,biz yanı başımızdaki kadınları sadece ağlamaya mahkûm kılalım,
sadece pasif durumda sesini çok çıkarmadan, hakkını aramadan, şiddetin göbeğinde
oturtalım. Avrupalı, Amerikalı adamlar da kadınını değerlendirsin. Sonra da bir
yerlerde İslamofobi var, bunu da “gâvurlar” yapmakta demeyelim… Yok artık. Bunu
yemezler, biz de yemeyelim, kimseye de yedirmeyelim… Hazmı zor. Bunu
hazmetmemizi de bize ne bu din, ne de bu dinin örnek kadınları tavsiye etmekte.
Hele İslam güçlü kadının diniyken… En iyi tebliğin temsil yoluyla olduğu
gerçeğinden yola çıkarken, bu yolda kadının rolü ve önemi de artık ortak kabul
gören bir gerçek iken… Artık içsel çelişkilerimizle yüzleşip sorun ve çözüm
odaklı bir yol haritası çizmenin vakti gelmedi mi?
Gelin artık
“Sen ağlama dayanamam,
Ağlama göz bebeğim sana kıyamam” diyelim,
bunu da sadece şarkılara
hapsetmeyelim…
“Sen ağlama dayanamam,
bunu da sadece şarkılara hapsetmeyelim…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder